Bir adam yok oluyor (J.B. PONTALIS) 2

Şikâyet etmiyordum, yalnızca saptamalar yapıyordum. Şöyle bitirdim: "Bütün bunlar çok sıradan şeyler."
Bu adamın acımasız bir düşmanı olduğunu düşündüm: zaman. Onun için ne gelecek, ne şimdi vardı. Evet, tedavisiz bir hastalığa tutulmuştu: hangisiydi bu?

"Bay Samuel Fischer, kendinizi çok güçlü zannediyorsunuz, olduğunuzdan çok daha güçlü. Bundan zarar görürsünüz."

Unutmanın sosyokültürel ve medikopsikolojik yönleri. Agnozi üzerine yapışmıştı. (Agnozi, algılananları tanıyamama hastalığı) Yeniden beklemek. Ne yapacaktım orada? Onlara ne anlatacaktım? Konuşuyor, konuşuyor, hiç susmuyordu. Sürekli bir gürültü, uçağın motorlarınınki gibi. Kimse onu işitmiyordu, boşlukta konuşuyordu.

***

Ben Julien Beaune'a ne zaman rastladım? On yıl önce, on beş yıl önce? Hiçbir fikrim yok. Bir süredir zamanla ilgili, tarihlerle ilgili ayrıntılar benim için o denli belirsizleşti, netliğini yitirdi ki önce şu soru aklıma geliyor: "Sahi ne zamandı?"
"Sahi ne zamandı?" ile birlikte zamanın düzeninde bir karmaşıklık ortaya çıkıyor. Bu belirsizlik hoşuma gidiyor, zamanların birbirine geçmesini seviyorum. Tıpkı düşlerimizde olduğu gibi, yitirilmiş sandığımız bugünkünden çok daha canlı olarak ortaya çıkıyor. Sanki bir olay her zaman bir diğerinin yankısı ve bir kişi birçoklarından oluşuyor gibi. Acaba en güncel olanı başka bir biçimde, başka bir yaşamda hem ötekinin hem benimki olarak bir deja-vu olarak mı yaşıyorum?
Sağlığım ve yaşım hakkında hiçbir zaman kaygılarım olmadı. Ama bir süredir, kendimi yorgun hissediyordum. Gecelerim ani uyanmalarla bölünüyor, işte o saatlerde uyanık olmak acımasız oluyordu. Şafakta uyuyakalıyordum ve sonra dünyanın saçmalığı ve her şeyin gereksizliği üzerine homurdanmak için bu yarı uyku halinden ıstırapla çıkmaya çalışıyordum. Adları sanki birininki ötekininkine karışıyormuş gibi insanlardan ayırıyordum. En bildik telefon numaralarını unutuyordum. Sanki beni dostlarıma bağlayan bağlar her an kopabilirdi.

En çok da, bir süre sonra kendimi yeniye karşı duyarsız bulmaktan, beklenmeyenle etkilenme ve değişme yeteneğini yitirmekten korkuyordum, ya da bunların iz bırakmayacak kadar kısa anlar olmasından. Kimliğim belirgindi artık, ona indirgenebilirdim, bu azcık şey tüm yaşamım boyu beni izleyecekti.

İşte böylece Doktor Beaune'a tam da ondan ne beklediğimi bilmeden gittim. Beni içeri buyur ettiğinde, onu daha önce görmüş olduğumu düşündüm. Acaba gitmeye alışık olduğum kafede mi, yoksa sokakta mı karşılaştım onunla. Bu adam benim için kesinlikle yeni biri değildi. Sanki ona dostça bir ziyarete gelmişim gibi beni içeri buyur etti. Sesinde yumuşaklık, bakışlarında belirsizlik vardı. Beni kabul ettiği odada, bir doktor muayenehanesinin aseptik soğukluğu yoktu. Geçmiş bütünüyle eksikken bile yabancı birinin tanıdık olması.

Doktor bana sıkıldığını belli eden bir kayıtsızlıkla alışılmış soruları sordu. Bazen hissettiğim bir ağrıdan çocuk gibi yerini tam belirleyemeden "oralarda" diye söz ettiğimde, önceleri belirsiz olan ve başka tarafa yönelen, hatta kaçamak olan bakışı, aniden tıbbileşti. Beni dikkatlice muayene etti. Yaklaşık bir saat sürdü. Muayene uzadıkça, beklenmedik bir mutlak güven duygusuna kapılıyordum. Ama aynı zamanda tuhaf bir biçimde, bu uzanmış, kendini gözleme sunmuş bedeni düzeneklerini bilmediğim bir makine olarak düşünmekten vazgeçtiğimi fark ettim. Tuhaf bir biçimde diyorum, çünkü muayenenin titizliği zıt bir etki yaratabilir, bedenimi bir dış nesne gibi, bir düşman gibi, her birinin yaşamı farklı, sanki özerk olan ve bana zamanı geldiğinde kötü kötü oyunlar hazırlayan mide, karaciğer, akciğerler ve böbreklerden oluşan bir organ koleksiyonu gibi görebilirdim.

Herhalde bende ani güven duygusuna bu harman neden oldu. Bende eksik olanı, eksik olmuş olanı onda bulacak mıyım, yeniden bulacak mıyım? Biraz da ben onun ruhunun doktoru olmak isterdim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar