"Ben de Seni"ler (Ozan Önen) 3
Eşyaya değil, aşkın ve hayatın kaynağına bağlı kalsın kalbin.
Tabiatın eşya değildir.
Apollon'dan gözünü alamadığında bile Dionysos alaylarında saf tut.
Bozkırın yalnızlığına, ormanların kalabalığına aldanma; aslında her ikisi de senin etrafın.
"Labris"ini toprağa gömsen bile nereye gömdüğünü unutma.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bakarsın bir akordeon sesi duyulur bir yerlerden.
Ben ne zaman bir akordeon sesi duysam, durur dinlerim.
Beni durdurmak için akordeon çal.
Akordeon çalarsan, karşına şair Pindaros'un evi gibi dikilmezsem de benim adım cihanda sulh değil!
"Seni seviyorum" desem de, bana "Ben de seni" deme; bana hiç kimsenin duymadığı alternatif "Ben de seni"ler uydur...
Bakarsın, çok güzel bir tekne çıkagelir bir yerlerden.
Ben ne zaman güzel bir tekne görsem, yeni Troya'yı kurmak için denizlere açılmayı kafasına koyan bir Aeneas olurum.
Ben ne zaman bir tekne görsem, Fransa kıyılarındayken Harar'a kaçmayı kafasına koymuş acemi bir Rimbaud olurum.
Acemi sözcüğünün, "Acem"den gelip gelmediğini de düşünmeden edemem.
Kafamın içinden, üstünde dev balinaların yüzdüğü, kiklopların cirit attığı dev portolon haritalar çizer, riskli rotalar belirlerim... Portolon sözcüğünün etimolojik kökeninin, Portekizli denizcilerden gelip gelmediği aklıma takılır.
Hayallerim bazen aklımdan büyüktür ve yeri gelir; Afrika haritasını fillerin kulağına benzetirim.
Yeri gelir, kabaran denizi Kserkses gibi kırbaçlarım.
Yeri gelir, "gibi" olmam, "ta kendisi" olurum: İthaka'ya varamayan teknelerin tayfası, cennetten kovulanların elması.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bu gidişle yemediğim halt kalmaz.
Uçurtmaya "uçutturma" bile derim.
Yeri gelir, sana şiirlerden börekler açarım.
Pers topraklarına kadar uzanıp Sohrab'dan bir iki satır bile okurum; Hayyam efendi dahi bizi kıskanır.
Köprüler kurulur, köprüler yıkılır.
Kara yakılar yakan, tılsımlı bakılar bakan yaşlı bir şamana dönüşürüm.
Köprücük kemiklerim derinleşir; belimdeki venüs gamzeleri belirginleşir.
Sen de beni sevme, ben seni severim. Çünkü demokratlık diye bir şey yoktur sevgide: Sevme halinde ayar, sevme halinde ölçü yoktur. Mintarafillah, ortasını bulamadık diye, Aristoteles efendi bize kızar...
Sırf bu yüzden, "Demokrasi!" diye diye kıçını yırtan, gözleri döne döne dört dörtlük bir "tiran"a dönüşen o adama seve seve meydan okurum.
"Köle ahlakı"yla değil de "efendi ahlakı"yla meydan oku sen de ve bu sistemde senin efendin olmuşların efendisi olmadan da bu hayatı terk etme.
Emin ol ki yapayalnızsın bu savaşta.
Emin ol ki yapayalnızım bu savaşta.
Yalnız savaşında sana başarılar dilerim.
Yalnız savaşımda kendime başarılar dilerim.
Başarı dileklerim bize mikron mikron güç veriyorsa, artık yalnız değiliz ve kazanacağız. Hazırlıklar başlasın çünkü kazanacağız ve çok kalabalık yalnızlarız. Kazanacağız çünkü devrim başıbozukluk ister.
Başı bozmak için değişim şarttır.
Efesli Herakleitos bile devrimle değişir.
Zafer çelengini ben örerim mersin yapraklarından...
Balkanlardan Himalayalara kadar uzanan on beş yaşında bir İskender olurum.
Sen yeter ki beni de sevme.
Ben seni sevmeler diktasını ilan ederim.
Diktatörlük günlerinde, git okulunu falan as örneğin.
Okulun yoksa da işinden istifa et.
İşin de yoksa bu avantajını sanata dök.
İşin sanatın olsun, seni sevmekse benim sanatım.
Yorulursan, ayaklarına ben yaparım en güzel masajları...
Dithyrambos, bağbozumu şenliklerini başlatır.
Bağlar bile değişimle bozulur...
Yine filizleniriz bahar yeniden gelince.
Merak etme; parasız da kalmayız; parasız kalacaksak da aç ve keyifsiz olmayız; denizlerin balıkları ve ormanların meyveleri halen canlı ve leziz.
Bağlarda, güvercin yumurtası büyüklüğündeki üzüm taneleri halen bizim.
Plajlar halen yatılabilecek ve cırcırböcekleriyle panik ataklar yaşayabileceğimiz kadar geniş...
Ben seni böyle de severim ve panlar, kendi çıkardıkları sirinks seslerinden panik içinde kaçışır.
Cırcırböcekleri ve çekirgeler, kendi çıkardıkları cırrr seslerinden uçuşur.
Ateşböcekleri üçer beşer deniz fenerine dönüşür.
Biz o aralar hiç oralı olmayız ve üstümüzü gece örter pikelerin en güzeli olup...
Bakarsın, bir yerlerden bir lir sesi duyulur.
Ben ne zaman bir lir sesi duysam, durur dinlerim.
Ben ne zaman bir şeyi durup da dinlesem, ona âşık olurum.
Parmaklarım hem liri, hem de seni sever.
"Git, bir işe yara" diyenlerden de olamam.
Sen beni sevmesen de olur, çünkü benim için güzel olan, "salt fonksiyonel olmayan"dır. Benim için güzel olan, "yüzde elli tahmin edilebilir ama yüzde elli öngörülemeyen"in adıdır.
Azıcık güneş görmek için, en soğuk iklimde bile kendisini hırpalayanıdır...
Benim için güzel ol; bir fırtınanın başlatıcısı bir kelebek.
Ben sütbeyaz omuzlarının üzerine "cupidon"lar bile kondururum.
Uğruna "daktil"ler dökerim, sen bir işe yaramasan da olur.
Çünkü sevgide işlevsellik yoktur ve benim işim güzeli sevmektir.
Senin için beş para etmesem de olur çünkü seni seviyorum.
"Pes sühan kütâh bâyed vesselâm." (O halde sözü kısa kesmek gerekir vesselâm.)
"Ben de seni" deme.
Bana aniden bir şeyler söyle.
Tabiatın eşya değildir.
Apollon'dan gözünü alamadığında bile Dionysos alaylarında saf tut.
Bozkırın yalnızlığına, ormanların kalabalığına aldanma; aslında her ikisi de senin etrafın.
"Labris"ini toprağa gömsen bile nereye gömdüğünü unutma.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bakarsın bir akordeon sesi duyulur bir yerlerden.
Ben ne zaman bir akordeon sesi duysam, durur dinlerim.
Beni durdurmak için akordeon çal.
Akordeon çalarsan, karşına şair Pindaros'un evi gibi dikilmezsem de benim adım cihanda sulh değil!
"Seni seviyorum" desem de, bana "Ben de seni" deme; bana hiç kimsenin duymadığı alternatif "Ben de seni"ler uydur...
Bakarsın, çok güzel bir tekne çıkagelir bir yerlerden.
Ben ne zaman güzel bir tekne görsem, yeni Troya'yı kurmak için denizlere açılmayı kafasına koyan bir Aeneas olurum.
Ben ne zaman bir tekne görsem, Fransa kıyılarındayken Harar'a kaçmayı kafasına koymuş acemi bir Rimbaud olurum.
Acemi sözcüğünün, "Acem"den gelip gelmediğini de düşünmeden edemem.
Kafamın içinden, üstünde dev balinaların yüzdüğü, kiklopların cirit attığı dev portolon haritalar çizer, riskli rotalar belirlerim... Portolon sözcüğünün etimolojik kökeninin, Portekizli denizcilerden gelip gelmediği aklıma takılır.
Hayallerim bazen aklımdan büyüktür ve yeri gelir; Afrika haritasını fillerin kulağına benzetirim.
Yeri gelir, kabaran denizi Kserkses gibi kırbaçlarım.
Yeri gelir, "gibi" olmam, "ta kendisi" olurum: İthaka'ya varamayan teknelerin tayfası, cennetten kovulanların elması.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bu gidişle yemediğim halt kalmaz.
Uçurtmaya "uçutturma" bile derim.
Yeri gelir, sana şiirlerden börekler açarım.
Pers topraklarına kadar uzanıp Sohrab'dan bir iki satır bile okurum; Hayyam efendi dahi bizi kıskanır.
Köprüler kurulur, köprüler yıkılır.
Kara yakılar yakan, tılsımlı bakılar bakan yaşlı bir şamana dönüşürüm.
Köprücük kemiklerim derinleşir; belimdeki venüs gamzeleri belirginleşir.
Sen de beni sevme, ben seni severim. Çünkü demokratlık diye bir şey yoktur sevgide: Sevme halinde ayar, sevme halinde ölçü yoktur. Mintarafillah, ortasını bulamadık diye, Aristoteles efendi bize kızar...
Sırf bu yüzden, "Demokrasi!" diye diye kıçını yırtan, gözleri döne döne dört dörtlük bir "tiran"a dönüşen o adama seve seve meydan okurum.
"Köle ahlakı"yla değil de "efendi ahlakı"yla meydan oku sen de ve bu sistemde senin efendin olmuşların efendisi olmadan da bu hayatı terk etme.
Emin ol ki yapayalnızsın bu savaşta.
Emin ol ki yapayalnızım bu savaşta.
Yalnız savaşında sana başarılar dilerim.
Yalnız savaşımda kendime başarılar dilerim.
Başarı dileklerim bize mikron mikron güç veriyorsa, artık yalnız değiliz ve kazanacağız. Hazırlıklar başlasın çünkü kazanacağız ve çok kalabalık yalnızlarız. Kazanacağız çünkü devrim başıbozukluk ister.
Başı bozmak için değişim şarttır.
Efesli Herakleitos bile devrimle değişir.
Zafer çelengini ben örerim mersin yapraklarından...
Balkanlardan Himalayalara kadar uzanan on beş yaşında bir İskender olurum.
Sen yeter ki beni de sevme.
Ben seni sevmeler diktasını ilan ederim.
Diktatörlük günlerinde, git okulunu falan as örneğin.
Okulun yoksa da işinden istifa et.
İşin de yoksa bu avantajını sanata dök.
İşin sanatın olsun, seni sevmekse benim sanatım.
Yorulursan, ayaklarına ben yaparım en güzel masajları...
Dithyrambos, bağbozumu şenliklerini başlatır.
Bağlar bile değişimle bozulur...
Yine filizleniriz bahar yeniden gelince.
Merak etme; parasız da kalmayız; parasız kalacaksak da aç ve keyifsiz olmayız; denizlerin balıkları ve ormanların meyveleri halen canlı ve leziz.
Bağlarda, güvercin yumurtası büyüklüğündeki üzüm taneleri halen bizim.
Plajlar halen yatılabilecek ve cırcırböcekleriyle panik ataklar yaşayabileceğimiz kadar geniş...
Ben seni böyle de severim ve panlar, kendi çıkardıkları sirinks seslerinden panik içinde kaçışır.
Cırcırböcekleri ve çekirgeler, kendi çıkardıkları cırrr seslerinden uçuşur.
Ateşböcekleri üçer beşer deniz fenerine dönüşür.
Biz o aralar hiç oralı olmayız ve üstümüzü gece örter pikelerin en güzeli olup...
Bakarsın, bir yerlerden bir lir sesi duyulur.
Ben ne zaman bir lir sesi duysam, durur dinlerim.
Ben ne zaman bir şeyi durup da dinlesem, ona âşık olurum.
Parmaklarım hem liri, hem de seni sever.
"Git, bir işe yara" diyenlerden de olamam.
Sen beni sevmesen de olur, çünkü benim için güzel olan, "salt fonksiyonel olmayan"dır. Benim için güzel olan, "yüzde elli tahmin edilebilir ama yüzde elli öngörülemeyen"in adıdır.
Azıcık güneş görmek için, en soğuk iklimde bile kendisini hırpalayanıdır...
Benim için güzel ol; bir fırtınanın başlatıcısı bir kelebek.
Ben sütbeyaz omuzlarının üzerine "cupidon"lar bile kondururum.
Uğruna "daktil"ler dökerim, sen bir işe yaramasan da olur.
Çünkü sevgide işlevsellik yoktur ve benim işim güzeli sevmektir.
Senin için beş para etmesem de olur çünkü seni seviyorum.
"Pes sühan kütâh bâyed vesselâm." (O halde sözü kısa kesmek gerekir vesselâm.)
"Ben de seni" deme.
Bana aniden bir şeyler söyle.
Yorumlar
Yorum Gönder