Sükûnet
“Bana sakın darılmayın…” diyordu. Boş ümitlere kapılmamanız için sizinle apaçık konuşmak daha iyi olacak… Ama bana darılmayın… Dün yanınıza geldim… Beni evime götürmenizi istedim… Bugün beraber gezmeyi teklif ettim… Akşam yemeğini beraber yiyelim dedim… Adeta size musallat oldum… Fakat sizi sevmiyorum. Deminden beri hep bunu düşündüm… Hayır, sizi de sevmiyorum… Ne yapayım? Sizi belki hoş, hatta cazip buluyorum, belki de şimdiye kadar tanıştığım erkeklerin hepsinden ayrı taraflarınız olduğunu görüyorum, ama bu kadar… Sizinle konuşmak, birçok şeylerden bahsetmek, münakaşa, kavga etmek… Darılmak, tekrar barışmak, bunlar beni muhakkak ki memnun edecek…
Fakat sevmek? Bunu yapamıyorum… Şimdi niye durup dururken bunları söylediğimi merak edersiniz… Dediğim gibi, başka şeyler bekleyerek ileride bana darılmayınız diye… Size ne verebileceğimi şimdiden bildireyim ki, sonra sizinle oynadığımı iddia etmeyesiniz: Ne kadar başka olursanız olun, gene erkeksiniz… Ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca, büyük bir teessür (üzüntü ve etkilenme anlamında kullanılır) hatta hiddetle (öfke) beni terk ettiler… Güle güle… Ama niçin beni kabahatli zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece yaşattıkları bir şeyi vermedim diye mi? Bu haksızlık değil mi? Sizin de hakkımda aynı şeyleri düşünmenizi istemem… Bunu da lehinizde bir nokta olarak kaydedebilirsiniz…”
Şaşırmıştım. Fakat sükûnetimi bozmamaya çalışarak:
“Bunlara ne lüzum var? Arkadaşlığımızın şekli bana değil, size tabidir. Siz nasıl isterseniz öyle olur!” dedim.
Şiddetle itiraz etti:
“Hayır, hayır, hiç de öyle olmaz. Bakın, gördünüz mü? Siz de bütün diğer erkekler gibi, her şeyi kabul eder görünerek her şeyi kabul ettirmek yolunu tutuyorsunuz. Yok dostum! Böyle yatıştırıcı laflarla meseleler halledilmiş olmaz. Düşününüz ki, bu mevzu üzerinde kendime karşı olsun, başkalarına karşı olsun, daima açık ve riyasız (ikiyüzlü olmayan kimse) hükümler vermeye çalıştığım halde bir neticeye varamadım. İnsan, bilhassa kadın ve erkek münasebetleri o kadar karmakarışık ve arzularımız, hislerimiz o kadar anlaşılmaz ve bulanık ki, hiç kimse ne yaptığını bilmiyor ve akıntıya kapılıp gidiyor. Ben bunu istemiyorum. Beni yüzde yüz doyurmayan, bana tam manasıyla lüzumlu görünmeyen şeyleri yapmak, beni kendi gözlerimde küçültüyor… Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu… Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile tahakküm (baskı), bizim reddedişlerimizde bile bir âcz (güçsüzlük, zayıflık) bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim. Niçin böyleyim, niçin diğer kadınların farkına bile varmadıkları bir nokta bana bu kadar ehemmiyetli (önemli) görünüyor? Bunun üzerine çok düşündüm. Acaba bende anormal bir taraf mı var, dedim. Hayır, bilakis, belki diğer kadınlardan daha normal olduğum için böyle düşünüyorum. Çünkü hayatım, sırf bir tesadüf eseri olarak, diğer kadınları mukadderatlarını (sen ona benim kronik rahatsızlığım de) tabii görmeye alıştıran tesirlerden uzak geçti.
Mektepte kız arkadaşlarımın miskinliği, emelleri beni daima tiksindirdi. Hiçbir şeyi, kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal, beni müthiş bir yalnızlığa mahkûm etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi zevklerine aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Bu yüzden onlara acıyordum. Erkeklerle de arkadaş olmadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi (eşit) kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne demek olduğunu anladım; dünyada hiçbir mahluk bu kadar kolay muvaffakiyetler (başarı) peşinde koşmaz ve hiçbir mahluk bir erkek kadar hodbin (bencil), kendini beğenmiş ve nahvetli (kibirli), fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları fark ettikten sonra erkekleri sahiden sevebilmem imkansızdı. En çok hoşuma giden ve bir çok hususlarda bana yakın olan adamların bile, küçük vesilelerle, bu kurt dişlerini gösterdiklerini; her ikimize aynı derecede zevk veren beraberliklerden sonra, özür dilemeye, himaye (korumaya) etmeye çalışan, fakat aynı zamanda herhangi bir şekilde muzaffer olduğunu zanneden (üstünlük elde ettiğini sanan kimse) ahmakça bakışlarla yanıma sokulduklarını gördüm. Halbuki acınacak halde olan, zavallılıkları meydana çıkan onlardı. Hiçbir kadın, ihtiras halindeki (aşırı güçlü istek) bir erkek kadar âciz ve gülünç olamaz. Buna rağmen, bu hallerini bir kuvvet tezahürü zannedecek kadar yersiz bir gururları vardır… Aman yarabbi, insan deli olur…
Tıpkı annem gibi sizi de birinin idare etmesi lazım… Bu, ben olabilirim… Eğer isterseniz… Fakat fazla bir şey olamam… Sizinle mükemmel arkadaşlık ederiz… Benim bu sözlerimi kesmeden, beni fikrimden çevirmeye, ikna etmeye, yola getirmeye kalkmadan dinleyen ilk erkek sizsiniz. Beni anladığınız gözlerinizden belli… Dediğim gibi, gayet iyi dost olabiliriz. Ben sizinle nasıl açıkça konuştumsa siz de bana içinizi dökebilirsiniz. Bu kadarı da az mı? Fazla şeyler isteyerek bunu da kaybetmek daha mı iyi? Ben bunu asla istemem. Dün akşam da söylemiştim, benim bazen bir halim bir halime uymaz… Fakat bu sizi yanlış düşüncelere sevk etmemeli… Ana noktalarda asla değişmem… Nasıl? Benimle arkadaş olacak mısınız?”
Yorumlar
Yorum Gönder